Anasayfa

III. BÖLÜM

YASAKLI YILLAR


Hamzakoy'da bir aylık 'zoraki misafirlik' dönemi sona eren Ecevit, siyasetten de yasaklanmıştı. Ancak, asker kışlasına dönünce yeniden siyaset yapacağına dair umutları, henüz tükenmemişti. Nitekim, Orgeneral Haydar Saltık'ın 28 Ekim 1980'de yabancı gazetecilerle yaptığı basın toplantısındaki esnek yaklaşımı, bu konudaki umutları beslemişti. Ancak asker, derhal bu türden yanlış anlamaların önüne geçecekti. (3) MGK Genel Sekreterliği'nce 29 Ekim'de yayımlanan ve özetle "Bay Demirel ve Bay Ecevit bir daha partilerinin başına geçemeyecekler" diyen bildiri, Ecevit'in CHP'den istifa etmesine yol açacaktı. (4)

Görünürde CHP ile Ecevit'in yolları, askerin baskısıyla ayrılmıştı. Ancak, daha Hamzakoy'dayken kaleme aldığı bir yazıda, 12 Eylül koşullarında siyaset yapabilmesinin yolunun CHP genel başkanlığından ayrılmak olduğunu düşündüğünü ortaya koyuyordu (5).

CHP'lilerse Ecevit'in 12 Mart'tan sonra yaptığı gibi istifa etmesinden korkuyordu. Ecevit, Hamzakoy'dan Ankara'ya döner dönmez soluğu Or-an'da aldılar. Neyseki Ecevit de onlar gibi düşünüyordu:

"Evet. Durum farklıdır. 12 Eylül, Osmanlı dönemi dahil en radikal müdahaledir. Bunlar partileri de kapatacaklar. Sanılıyor ki, film koptu, koptuğu yerden bağlanacak ve devam edecek. Hayır, film devam etmeyecek. Vizyona yeni film sürecekler."

ECEVİT BİR YANA, CHP BİR YANA

Ancak hesaplar alt-üst olmuş, Ecevit ve CHP'nin yolları ayrılmıştı. Ecevit, resmi sıfatlarından sıyrılıp mücadeleye karar verdiğinde CHP yönetimi ise İnönü'nün ünlü "Asker başarılı olduğu zaman kışlaya döner" sözünün gereğini yerine getirmeyi bunu çabuklaştırmak için 12 Eylül yönetimine yardımcı olmayı benimsiyordu.

Ecevit bir yöne CHP başka bir yöne çoktan yönelmişti, istifa sadece bu süreci hızlandıracaktı.

SİYASİ PARTİLER KAPATILIYOR

15 Eylül 1981'de Milli Güvenlik Konseyi, 9 maddelik bir yasayla siyasi partileri kapatmıştı. CHP'nin mallarına da diğer partiler gibi el konulmuştu. Ecevit buna sessiz kalamazdı, Devlet Başkanı Kenan Evren'in kararı açıklamasından sonra 'yanıt hakkı'nı kullanarak bir yazı kaleme almış ancak bildirisi, ne TRT'de ne de basında yayınlanmamıştı. Ecevit, CHP'li arkadaşlarından da benzer tepkiler göstermelerini istedi. 'Sizinki dahi yayımlanmadı' gerekçesiyle kabul edilmedi. "Anayasa Mahkemesi'ne başvurun" dedi, "Tüzel kişi değiliz" dediler. Ecevit ısrar etti, "Siz dava açın, onlar geri çevirsin." Dinletemedi.Ve yollar bir daha kesişmemek üzere ayrıldı...

ARAYIŞ

Ecevit, siyaset yapmanın yollarını arıyordu. Bunu, 'Arayış' adını verdiği dergi aracılığıyla yapacaktı. 21 Şubat 1981'de yayın hayatına başlayan Arayış, bir yandan yeniden toparlanmanın aracıydı, bir yandan da 12 Eylül rejimine muhalefetin.

Ecevit'in Arayış'ın 7. sayısında kaleme aldığı ve 12 Eylül yönetimini işkence yapmakla suçlayan 'işkence' başlıklı yazısı, derginin kapatılmasına neden olacaktı. 30 Mayıs 1981'de çıkan 15. sayısında ise Ecevit, muhalefetin dozunu daha da yükseltecekti. 'Adalete Karşı Adaletsizlik' başlıklı yazıda Ecevit şunları söylüyordu:

"İnsanlar bir ölçüye kadar özgürlük kısıntılarına, baskıya, zulme katlanabilirler, ama haksızlığa, adaletsizliğe katlanamazlar. En zayıf, en ürkek insan bile haksızlık, adaletsizlik karşısında tepki duyar ve tepkisini hiç beklenmedik ve ölçüde açığa vurabilir."

Milli Güvenlik Kurulu'nun yanıtı ünlü 52 numaralı bildiriyle geldi, Ecevit'e 'yazı yasağı' konuldu.

CEZAEVİ GÜNLERİ...

52 numaralı bildiri aynı zamanda Ecevit'i cezaevine göndermenin de zemini olacaktı. CHP'nin kapatılmasından sonra Evren'in bu kararı savunmak için yaptığı konuşmaya yanıtını TRT'ye gönderen Ecevit, yayımlanmayan yazısı için 52 numaralı bildiriye aykırı davranmak suçlamasıyla cezaevine gönderilecekti. (6)

3 Aralık 1981'de cezaevine giren Ecevit, "Cezaevine, oradaki yalnızlığa içerlemedim de" diyordu, "Mahkemelerdeki tenhalık üzücüydü".

2 Şubat 1982'de, yaklaşık iki ay sonra cezaevinden çıkan Ecevit'in, birkaç gün sonra Hollanda televizyonu NCRV'ye verdiği demeç de 52 numaralı bildiriye aykırı bulunmuştu. Bir de Alman Der Spiegel dergisine "Atatürk'ün mirası ve Türk demokrasisinin Hali" başlıklı bir yazı yazmıştı. Hakkında dava açıldı. Mahkeme sürerken Danimarkalı gazeteci Jan Stage'nin Politiken gazetesine yazdığı makaleden ötürü 10 Nisan 1982'de Ankara'da Askeri Dil Okulu'nda gözaltına alındı. Ecevit, Danimarkalı gazeteciye demeç vermekle suçlanıyordu. Ecevit'in gazeteciyi kabul ettiği doğruydu, ancak 52 numaralı bildiri nedeniyle demeç veremeyeceğini söylemişti. Gözaltına alındıktan iki gün sonra Ankara 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi, savcılığın iddiasını yerinde görmemiş ve Ecevit'in tutuklanmasına mahal olmadığına karar vermişti. Ecevit'in Askeri Dil Okulu'ndan çıkması bekleniyordu ki, bu kez Hollanda televizyonuna verdiği bir başka demeç nedeniyle yeniden gözaltına alındı. Ecevit gözaltındayken, Sıkıyönetim Komutanlığı, Ecevit'in tutuklanmasına mahal olmadığı yönündeki mahkeme kararına itiraz etti ve bir kez daha tutuklanmasını talep etti. Ecevit bu kez tutuklandı. Danimarkalı gazetecinin de tanıklığıyla Ecevit 3 Haziran 1982'deki ilk duruşmada beraat etti.

Ancak Hollanda televizyonuna verdiği demeç ve Der Spiegel'e yazdığı yazının davası sürüyordu. Ecevit, 'Türkiye hakkında görüş bildirdiği' gerekçesiyle 2 ay 27 gün hapis cezasına çarptırıldı. Ancak ilk mahkumiyetinde tahliye süresi dolmadan ikinci kez suç işlediği için cezası bir ay artırıldı.

İCAZET PEŞİNDE

Milli Güvenlik Konseyi ve Devlet Başkanı Kenan Evren'in 1982 ortalarında Çorum'da halka hitap ederken, bir yıl sonra siyasi partilerin kuruluşuna izin verileceğini açıklamasıyla birlikte, mahkemelerdeki yalnızlıktan ötürü kırgınlık duyan Ecevit'in evi türbeye döner. Gelenler, yeni bir parti kurmak için Ecevit'ten CHP'nin mührünü istiyorlardı. Ecevit ise parti için onayını isteyenlere, "Parti icazetle kurulmaz. Ne beş kişilik Güvenlik Konseyi'nden alınacak icazetle ne de genel başkanlardan alınacak icazetle parti kurulur. Hele bir sol parti, böyle bir yöntemle hiç kurulamaz. Ben, bana soranlara parti kurun veya kurmayın demem, sadece düşüncelerimi ifade ediyorum, bir de ben de mühür olmadığını ifade ediyorum" diyor, 12 Eylül koşullarında bu yolla parti kurulamayacağını, 30 yıl dahi sürse tabandan örgütlenilmesini, yani demokrasi mücadelesiyle parti kurulabileceğini vurguluyordu.

Mühür istemeye gelenlerin ardı arkası kesilmiyordu. 12 Eylül'ün başbakanı, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Başbakan Bülent Ulusu'nun müsteşarı ve İsmet İnönü'nün Özel Kalem Müdürü Necdet Calp de mühür istemek için Ecevit'in kapısını çaldı. Ecevit ona da aynı cevabı verdi. Ancak, Calp bu cevabı 'mührü aldım' şeklinde yorumladı. Diğer cebinde de Evren'in mührü vardı; Halkçı Parti'yi kurdu.

Parti için onay istedikleri Ecevit'e rağmen parti kurmakta kararlı olan CHP'den kalan, 'Sosyal Demokrat Güç', 'Lordlar', 'Dokuzlar hareketi' gibi irili ufaklı pek çok grup Ecevit'e rağmen, Ecevit'siz SODEP'i kurmaya girişmişti. Başlarında, yoğun ısrarlara daha fazla karşı koyamayan Erdal İnönü vardı.

Halkçı Parti'ye de SODEP'e de destek vermeyen Ecevit'in ne yapacağı ise merak ediliyordu.

ÇİLE ÇİÇEKLERİNDEN DSP'YE

1983 yılının baharıydı. Güneşli bir Pazar günü Bülent Ecevit ve Rahşan Ecevit, Türk-İş eski genel başkanı Halil Tunç'un Kazan'daki çiftliğine gittiler. Gazeteciler de peşlerinde... Gazeteciler ziyaretin amacını sordu, Ecevit güldü ve Tunç'un bahçesindeki çiçekleri gösterdi: "Sayın Tunç'un bahçesine geldim. Gezdim. Bahçesinde çok güzel çiçekler var. Saksı çiçekleri sağlıklı olmuyor. Ama tarlada, bahçede yetişen, çilesi çekilen çiçek, çile çekilerek yetişen çiçek daha sağlıklı, daha güzel oluyor. Saksıda, dört duvar arasında yetişen çiçek bir ölçüde gelişebiliyor ama tarladaki çok rahat gelişip boy atıyor."

O tarihte konuşması ve yazması yasak olan Ecevit'in Halil Tunç'un çiçekleri hakkındaki yorumu, sol kesimde 'beklenen mesaj' olarak algılandı ve siyasi literatüre yeni bir kavram girdi: Çile çiçekleri...

DEMOKRATİK SOL HAREKETİN LİDERLİĞİNİ ÜSTLENİYORUM

Kazan'a yapılan ziyaret, elbette 'bahçe ziyareti' değildi. Partiyi tabandan kurmaya özen gösteren Ecevitler, işçi kesiminin sevip saydığı, Türk-İş'in en güçlü liderlerinden Halil Tunç'u kuruluş çalışmalarına davet ettiler. Ankara dışına gitmesini işçilerle temasa geçmesini istediler. SODEP ve Halkçı Parti'nin önerisini geri çeviren Halil Tunç, Ecevitlerin önerisini kabul etti. Nitekim 28 Ekim 1983'te, seçimlerden hemen sonra DSP'nin kurulacağını kamuoyuna açıklayan Ecevitler'in yanındaki üç kişiden biri de Halil Tunç olacaktı.

Demokratik Sol Parti'nin kurucularına ve kuruluş biçimine ilişkin Ecevitler'in mesajı şöyleydi:

"Particiliğe kişisel çıkar amacıyla bulaşmamış, profesyonel politikacı olmayan, partiyi sıçrama tahtası olarak kullanmayacak, ideolojik takıntısı olmayan, çalışan, dar ve orta gelirli halk kesimleriyle mahallede, köyde, beldede başlayacak bir parti örgütlenişi..."

Ecevit'in deyimiyle 'çile çiçekleri' 1984 Nisan'ına gelindiğinde Demokratik Sol Parti'yi kuracak duruma gelmişti. Yasaklı Ecevit, 18 Nisan 1984'teki il temsilcileriyle yapılan ilk gayri resmi toplantıda şu mesajları verecekti: "Hukuken değilse bile fiilen Demokratik Sol Parti kurulmuştur, köşeme çekilmeyeceğim, yasaklı olduğum için partinin genel başkanı olamasam da hareketin ve partinin liderliğini üstleniyorum."

Ecevit'in 'sosyal demokrasi' yerine 'demokratik sol' kavramını kullanması dikkat çekiyordu. Gerçi bu yeni bir şey değildi, Ecevit 1965 sonrasında CHP içinde sürekli 'demokratik sol' (7) kavramını kullanmış ve programa, tüzüğe geçmesini sağlamıştı.

RAHŞAN ECEVİT EMANETÇİ BAŞKAN

Takvimler 1985 yılını gösterdiğinde soldaki Halkçı Parti, 'Sosyal Demokrat Halkçı Parti' (SHP) olmuş, SODEP ise kendini feshederek SHP'ye katılmıştı. DSP hala resmi olarak siyaset sahnesine çıkmamıştı.

Nihayet 14 Kasım 1985'te, DSP'nin kuruluş dilekçesi, 25 bin kurucu adayından 612'sinin imzasıyla İçişleri Bakanlığı'na verildi. Beklentilerin aksine Rahşan Ecevit, kurucular arasında değildi. Rahşan Hanım, zorunluluklar nedeniyle 25 bin adayın ikna edilerek, temsili 612 kişiye indirilmesi karşısında kendisinin kurucu üye olmayı içine sindiremeyeceğini söylüyordu. 23 Kasım 1985'te toplanan DSP kurucular kurulu, Rahşan Ecevit'i genel başkan seçti. Bülent Ecevit'in siyasi yasağı kalkana kadar DSP Rahşan Hanım'a emanetti.

Nitekim, Bülent Ecevit, 18 Mayıs 1986'daki 2. Kurucular Kurulu toplantısında, ilk kez kürsüden konuşmaya "doğal genel başkanımız" sözleriyle davet ediliyordu.

Toplantıya ve Ecevit'in konuşmasına 1982 Anayasası ve siyasi yasaklar damgasını vuruyor, 'Demokratik solun doğal lideri', 'Demokratik sağın doğal lideri' Demirel'e ve SHP'ye Anayasa'nın değiştirilmesi konusunda çağrıda bulunuyordu.

DUDAKLARIM VAR OLDUKÇA...

Savcılık hemen harekete geçmiş ve Ecevit hakkında, siyasi yasakları düzenleyen Anayasa'nın geçici 4. maddesine muhalefet etmekten dava açıyordu. Ecevit bu davadan beraat edecek, Rahşan Ecevit'in yanında 'konuk' sıfatıyla tüm yurtta parti toplantılarına katılmayı sürdürecekti. "Cezaevine girmeyi göze aldıktan sonra istediğim gibi konuşurum" diyordu, konuşuyordu da... Her konuşmasından sonra hakkında dava açılıyordu, ancak Ecevit meydanlara ısınmış, davalara alışmıştı. "Dudaklarım var oldukça konuşacağım" diyordu...

DSP, sandıktaki ilk sınavını, 28 Eylül 1986'da, 10 ilde yapılan Milletvekili ara seçimlerinde verecekti. Kuruluşundan sekiz ay sonra, seçimlere giren DSP, yüzde 10 barajını aşamayacak ve yüzde 8.5'a yakın oy oranıyla Meclis dışında kalacaktı. Bu seçimin galibi görünürde ANAP'tı, ancak yasaklı Demirel'in doğal lideri olduğu DYP büyük bir sürprizle oy oranını yüzde 24.6'ya yükseltmişti. SHP ise 22.1 oy oranıyla üçüncü parti konumundaydı.

BİR BÖLEN

Ara seçimin hemen ardından DSP'ye eleştiri bombardımanı başladı: "DSP, seçimlerde SHP'nin oylarını bölmüş, SHP'nin milletvekilliklerine engel olmuştu." Ecevit, yine 'bir bölen' olmakla suçlanıyordu.

Ancak araseçim sonuçları SHP içinde de kazanların kaynamasına neden oldu. İnönü ve genel merkez yönetimini başarısız olmakla suçlayan bir grup HP kökenli milletvekili, istifa ederek DSP'ye katılma hazırlığındaydı. SODEP-Halkçı Parti birleşmesinden bu yana süren huzursuzluk artık çatlağa dönüşmüş ve 20 milletvekili istifa ederek Halk Partisi'ni kurmuştu. Ancak Anayasal engellerden ötürü 'hülle partisi' olarak kurulan Halk Partisi'nin ömrü sadece 76 saat sürmüştü. 29 Aralık 1986'da Halk Partili milletvekilleri partiyi feshederek DSP'ye katılma kararı aldılar. Beş istifacının da katılımıyla DSP'ye, 25 milletvekiliyle Meclis'in kapıları açıldı.

DSP KIŞLA, ECEVİT DE TANRI DEĞİL

1986'nın yazında DSP'de CHP'yi aratmayacak gelişmeler yaşanıyordu. MKYK üyesi Celal Kürkoğlu, ihraç istemiyle disiplin kuruluna sevk edilmişti. Kürkoğlu, bölge toplantıları düzenledi ve parti içinde mücadele kararı aldı. "Çoğunluk muhalefettedir. Ancak doğal lidere olan aşırı saygı, bütün arkadaşların susmasına neden olmaktadır" diyen Kürkoğlu, ihraç kararını tanımayacağını söylüyordu. Kürkoğlu, parti içi demokrasi olmadığını savunuyor, Ecevitler'in partiyi kışla gibi yönetmeye çalıştığını iddia ediyordu. Muhalif 230 üye, Kurucular kurulu'nun 14 Haziran'da toplanması çağrısında bulundu. Genel merkez, 'siyasi yasakların kaldırılması' konusunda 'ivedi' bir biçimde 31 Mayıs'ta toplanacağını duyurdu. Muhalifler ise alternatif toplantı için hazırlanıyordu. Rahşan Ecevit, bunun yasal olmadığını açıkladı. Celal Kürkoğlu ve arkadaşları 14 Haziran'da toplandılar ve kendilerini DSP'nin yasal yöneticileri ilan ettiler. Genel Başkan seçilen Kürkoğlu, "Sayın Ecevit'in aklından geçti diye 233 parti kurucusunun kaydı silinemez. İhraç edilemez. Ecevit tanrı değildir. Yaptıkları hatadır, yaptıkları suçtur."

Ertesi günkü gazete manşetleri şöyleydi:
Üç liderli parti: DSP
Bülent Ecevit: Doğal Lider, Rahşan Ecevit: Atanmış Lider, Celal Kürkoğlu: Seçilmiş Lider

Birkaç ay süren tartışma süresince Kürkoğlu ikinci kez genel başkan ilan edildi. Tartışma, mahkeme salonlarına taşındı, alternatif yönetim adli makamlarca geçersiz sayıldı. 2001'deki kurultayı geçersiz olduğu iddiasıyla bir kez daha çıkacak olan Kürkoğlu, 1957'de Ecevit'in milletvekili olmasını sağlayan Kamil Kırıkoğlu'nun yeğeniydi...

SİYASİ YASAKLAR 'KILPAYI' KALKIYOR

Ara seçimin bir başka sonucu daha vardı. DYP'nin ikinci parti konumuna gelmesi, SHP lideri Erdal İnönü'nün yasakların kaldırılması konusundaki ısrarlı talebi ve kamuoyu baskısı karşısında Özal giderek köşeye sıkışmıştı. Halkın, eski siyasileri ebediyen siyaset sahnesinden sileceğine inanıyordu. Siyasi yasakları düzenleyen Anayasa'nın geçici 4. maddesini referanduma götürmek için değişiklik önerisi hazırladı. Liderler konuyu enine boyuna tartışmak için arka arkaya zirvede buluştu. Özal'ın tek şartı vardı, değişikliği referanduma götürmek. İnönü'nün 'Meclis değişikliği yeterli' şeklindeki önerisini görmezden gelen Özal, 193 arkadaşıyla birlikte Anayasa değişikliği önerisini Meclis'e verdi. Görüşme ve oylama sonucunda, Meclis geçici 4. maddeyi kaldırmış ancak yürürlüğe girmesini, Özal'ın isteği gibi referandum koşuluna bağlamıştı. Ecevit'in ve diğer yasaklı liderlerin kaderi 6 Eylül 1987'de belirlenecekti. Sonuç kılpayı 'evet'ti... 'Evet' oyu kullananların oranı yüzde 50.26, 'hayır' oyu kullananların oranı ise yüzde 49.74'tü. Türkiye'nin nefesini tutarak izlediği referandum sonucunda liderlerin yasakları, 88 bin 251 oy farkla kaldırılmıştı.

13 Eylül 1987'de toplanan 6. DSP Kurucular Kurulu'nda Ecevit genel başkan seçildi. Ecevit'in 6 yıl 10 ay süren yasaklı dönemi geride kalmıştı.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: YENİDEN DOĞUŞ